Cumartesi, Haziran 25, 2011

Antika_TV Test Yayınlarına başladı!

Watch live streaming video from antika_tv at livestream.com

Pazar, Aralık 12, 2010

Sarah Brightman - Harem - Live From Las Vegas-HD

Çarşamba, Aralık 08, 2010

Pazarlama Aileleri

Bir markaya ne kadar çok önem verirsek o markanın değeri arttığı gibi bizim de sosyetedeki farkımız, ayrıcalığımız oluyor. Çok zor ve gerçekten yorucu saatler sonrasında kazandığımız parayı; çok kısa süre içinde ve emek değeri düşürülmüş tesislerde üretilmiş bu markalara akıtıyoruz.
Birçok sohbet ortamında duymuşsunuzdur.

“Babam, memur/öğretmen/asker/işçi olmasına rağmen tek bir maaşla dört çocuk okutmuş. Şimdi tek çocukla baş edemiyor, geçim sıkıntısı çekiyoruz.”

Bundan 35 yıl önce birçok evde televizyon yoktu. İnsanlar küçük bir radyonun etrafına kümeleşir, onun yayınladığı eğlence programları, radyo tiyatroları ile eğlenir, haberlerle bilgilenir, reklam saatlerinde de piyasaya ne çıkmış onu öğrenirdi.
O yıllarda insanlar yine birbirlerine benzer hayat sürer; zengin ile yoksul ya da dar gelirli-ortadirek arasında büyük uçurumlar yoktu. Yaşam standartları de denk sayılırdı.

Mahalle yaşantısında da yardımlaşma, paylaşma ve birlikte hareket etme, eğlenme pratikleri olurdu.

Tüketim, harcama veya bunu etrafa gösterme, reklamsa geniş kesimlerce ayıplanır, hoş görülmezdi.

Yüzyıl öncesinden söz etmiyorum.

Ancak az önce sıraladığım yaşanmış dönemin bugün için hiçbir anlam ifade etmediğinin de farkındayım. Sanki zaman makinesinin içinden geçmiş gibiyiz.



Geçenlerde orijinal adı Joneses olan, dilimize Örnek Aile olarak çevrilmiş Hollywood yapımı bir film izledim.

Zengin bir semte taşınan dört kişilik bir Amerikan Ailesi’nin hikâyesi gibi başlayan filmin karakterlerinin fazlasıyla mükemmel, sorunsuz oluşu insanı rahatsız ediyordu. Bu örnek ailenin her bireyi giyim tarzları, kullandıkları eşyalar, ilginç hobileri, bakımlı görünüşleriyle etrafında ciddi birer cazibe merkezi yaratıyorlardı. Kısa sürede bunun gerçek bir aile olmadığı, bir pazarlama şirketinin çalışanları olduğu, evlerindeki en küçük şeyden sahip oldukları bütün eşyalara kadar her şeyin bu şirket vasıtasıyla ve onların pazarlama faaliyeti için temin edildiği anlaşıldı.

Bütün çaba bu pazarlama şirketine ait olan ürünlerin aile üyelerinin ilişkide bulunduğu çeşitli yaş seviyelerindeki insanlar tarafından satın alınmasını sağlamaktı.

Bu filmi izlerken bizlerin de çeşitli pazarlama şirketlerinin birer elemanı, ailesi olup olmadığımızı sordum kendime.

Alışveriş merkezleri böylesi ailelerin yaratılması için kurulmuş özel çiftliklere benziyor.

Birçok kişi zamanını buralarda geçiriyor, teknolojinin, modanın bütün konseptini burada görüyor, öğreniyor ve satın alıyor.

Her şeyi satın alma becerisi olan, taksit yapabilen ve kısa süre içinde de bizlerin gelecekteki kazançlarını ipotek altına alan kredi kartlarımız sayesinde bu örnek yaşantının kolayca birer üyesi oluveriyoruz.

Aynı zamanda sahip olduklarımızı arkadaşlarımıza göstererek onların da aklını çeliyoruz. Bir anlamda bütün sosyal ilişkiler pazarlama şirketlerinin ve alışveriş merkezlerinin ürettiği ve bize sunduğu ürünlerin hayatımızı nasıl güzelleştirdiğine yönelik karşılıklı gösteriye dönüşüyordu.

Hayatımızı markalaştırıyoruz.

Bir markaya ne kadar çok önem verirsek o markanın değeri arttığı gibi bizim de sosyetedeki farkımız, ayrıcalığımız oluyor.

Çok zor ve gerçekten yorucu saatler sonrasında kazandığımız parayı; çok kısa süre içinde ve emek değeri düşürülmüş tesislerde üretilmiş bu markalara akıtıyoruz.

Zaman makinesi bizi samimi paylaşımların hızla azaldığı bir dünyanın içine atmıştır.

Artık insanlar sadece çıkarları nedeniyle bir araya gelebilirken hızla yalnızlaşmaktadır.

Gerçek dünyanın bittiği yerde elbette sanal olan devreye girecektir; günümüzde hangisinin gerçek olduğunun anlamı bile kaybolmuştur.

Hala şu şarkının derinliğini hissedilebiliyorsa umut var demektir.

Duygu, biraz duygu, bütün isteğim buydu

Biraz deniz, biraz uyku…

Uzay Gökerman




Perşembe, Aralık 02, 2010

Wikileaks üzerime baskı yapıyor

Pazar gecesi nereye bağlı olduğunu kimsenin bilmediği, bu kadar belgeye nasıl ulaştığı büyük bir gizem olan Wikileaks isimli bir internet sitesinden çoğu diplomatların bulundukları ülkeden Washington'a çektikleri telgraflar ve kriptolardan oluşan ABD'nin 274 ülkedeki diplomatlarının 251.287 yazışmasından 220 belgeyi yayınladı. -1

Bu bir anlamda içinde bir sürü hareket olan ancak dışarıdan görünmeyen bir evin duvarlarının bir anda ortadan kaldırılmasına benziyordu. Sanki evin sakinlerinin kimi banyo, kimi sevişirken, kimi burnunu karıştırırken, kimi uygunsuz bir yerini kaşırken, kimi televizyon izlerken, kimi sanal âlemde farklı bir kimliklerle dolaşırken, kimi yemek pişirirken yakalanmış gibiydi.

Hani Şener Şen'in karısını sekreteri ile bir motel odasında aldatırken aniden kapıda karısının ve çocuğunun belirmesiyle doğrulup, iç çamaşırlarıyla sekreterine daktiloda sipariş yazdırdığı komik bir sahne vardı ya...

"Yaz kızım, bir kamyon çimento, iki kamyon tuğla..."

"Şakir!"

"A, merhaba karıcım, sen mi geldin?"

Durum o kadar ortadayken liderlerin, dışişleri bakanlarının, elçilerin hiçbir şey olmuyormuşçasına işlerine devam ediyor görünmeleri bu kadar komikti.

İşin magazinsel tarafı ne biliyor musunuz? Koskoca devletlerin tepesinde görev alan ve hemen herkesin aklı başında insanlar olarak gördüğü kişilerin kalıplarına uygun bir duruş içinde olmadıklarıdır.


Bu olup bitenlerin büyük bölümü sıradan insanlar için yine hiçbir şey ifade etmiyor. Ayrıca dokümanlar o kadar ham ve karışık ki zaten yorumlamak için ayrı bir uzmanlığa ve zamana ihtiyaç da duyuluyor. Hatta bu kadar çok bilginin düşünme mekanizmasını terörize ettiğini bile söyleyebiliriz.

İnsanlar bu terörün etkisiyle hızla bilgiden uzaklaşma eğilimi içine de girebilirler. Daha önce sık sık ifade ettiğimiz şeyi yinelememiz gerekirse Erich Fromm'un ifadesiyle bu bir çeşit özgürlükten kaçışa yönelebilir.

Din bir film izlerken arka fonda bir müzik çalmaya başladı. Queen'in Under Pressure isimli parçasıydı bu. Yirmi yıl kadar önce radyolarımızda sürekli çalan, bizim yaşımızdakilerin de yaşantısına eşilik eden çok güzel ezgisinin yanında taşıdığı anlam bakımından da önemliydi.

Hazır YouTube açılmışken bir tarafta şarkının sözlerini okurken diğer tarafta da Queen'in bu eşsiz parçasını dinlemeye ne dersiniz?

Ben yaptım, anlamlı buldum, keyif aldım. Paylaşmak istedim.

Under Pressure -2

http://www.youtube.com/watch?v=6dYMzZ5M20k&feature=related

(Linki ayrı bir pencerede açmanızı öneriyorum)

Mm ba ba de
Um bum ba de
Um bu bu bum da de

Pressure pushing down on me
Üzerime baskı yapıyor

Pressing down on you no man ask for
Kimse istemeden sıkıştırıyor

Under pressure - that burns a building down
Baskı altında – bu yapı çöküyor

Splits a family in two
Bir aile ikiye bölünüyor

Puts people on streets
İnsanları sokaklara düşürüyor

Um ba ba be
Um ba ba be
De day da
Ee day da - thats o.k. (tamam)

Its the terror of knowing
Bilgi terörü bu

What the world is about
Dünyada neler oluyor

Watching some good friends
İyi dostları izleyip

Screaming Let me out
Beni rahat bırak diye çığlık atarak

Pray tomorrow - gets me higher
Yarın dua et, daha yükselmek için

Pressure on people - people on streets
Üzerlerine baskıyla – insanlar sokaklarda

Day day de mm hm
Da da da ba ba
O.k.
Tamam

Chippin around - kick my brains around the floor
Etrafta sürtüyor- beynimi yerlere saç

These are the days it never rains but it pours
Hiç yağmur yağmayan ama damlayan günler bunlar

Ee do ba be
Ee da ba ba ba
Um bo bo
Be lap

People on streets - ee da de da de
Sokaklarda insanlar

Its the terror of knowing
Bilgi terörü bu

What the world is about
Dünyada neler oluyor

Watching some good friends
İyi dostları izleyip

Screaming Let me out
Beni rahat bırak diye çığlık atarak

Pray tomorrow - gets me higher
Yarın dua et, daha yükselmek için

Pressure on people - people on streets
Üzerlerine baskıyla – insanlar sokaklarda

Turned away from it all a blind man
Kör bir adam gibi her şeyden uzaklaştı

Sat on a fence but it dont work
Bir parmaklığın ardındaydı ama işe yaramadı

Keep coming up with love
Aşkı korumaya devam etti

but its so slashedtorn
Ama parçalanmış ve dağılmıştı

Why - why - why ?
Neden?

Love love love love love
Aşk

Insanity laughs under pressure were cracking
Çılgınlık gülüyor baskı altında biz tükenirken

Cant we give ourselves one more chance
Kendimize birer şans daha veremez miyiz

Why cant we give love that one more chance
Neden aşka tekrar veremiyoruz o şansı

Why cant we give love give love give love give love
Neden veremiyoruz aşkı

Cause loves such an old fashioned word
Çünkü aşk modası geçmiş bir kelimedir

And love dares you to care for
Ve aşk sana önemseme cesaretini verir

The people on the edge of the night
Gecenin kıyısındaki insanları

And loves dares you to change our way of
Ve aşk sana değiştirme cesaretini verir

Caring about ourselves
Kendini umursamamayı

This is our last dance
Bu bizim son dansımız

This is our last dance
Bu bizim son dansımız

This is ourselves
Bu kendimiziz

Under pressure
Baskı altında

Under pressure
Baskı altında

Pressure
Baskı


Alıntılar

1 http://www.dipnot.tv/YaziDetay.aspx?ID=2778

2 http://www.sarkicevirileri.com/34947-Queen-Under-Pressure-feat-David-Bowie-ceviri.html


Not: Çeviri için internetten yardım aldım; daha iyi bir çeviri için katkıda bulunanlar olabilir, memnun olurum.

Cumartesi, Ekim 30, 2010

Birey Bugün Yalnızlıktan Ölmek Üzere

Yaşam bizi bir sürü sınavdan geçirerek ve ruhumuzun derinliklerine kadar sarsarak ilerlemesini sürdürüyor. Çoğu zaman bütün bunlarla nasıl baş edeceğimizi bilemiyor, yılgınlığa kapılıyor bir yerlerde kendimize destekler arıyor, sorunlarımızı bir an önce çözecek kurtarıcılar arıyoruz.

Bu temel ihtiyaç ya da beklenti ister istemez o “kurtarıcıları” da var ediveriyor.

İnsanlık bütün zamanlarda bir kurtarıcı beklemiştir. Bu beklentide her dönem bir karşılığını bulmuştur.

Şu bir gerçek ki doğanın “bedensel olarak” en zayıf yaratıklarıyız. Vücudumuz iklim değişimlerine karşı çok hassas ve kırılgan. Ancak evrenin belki de en zeki yaratıklarıyız. Çünkü daha ortada bilimsel olarak kanıtlanmış hiçbir realite yokken felsefe yoluyla veya hayal ederek bugünkü teknolojik gelişmeyi yaratan bir beynimiz vardır.

İşte o beyin bizi belki de evrenin aynı zamanda en güçlü varlıklarına da dönüştürebiliyor. Ancak aklını, zekâsını kullanamayanlar için bunu söylemek her zaman çok kolay değil.

Şu bir gerçek ki çok zor bir zamanın içinden geçiyoruz. Ancak bu iki yüz, üç yüz, beş yüz, bin yıl önce yaşamış insanların hayatından daha zor bir süreç değil. Hatta o gün iletişim, bilişim, teknoloji bu kadar yaygınlaşmadığı için her şey çok daha “bilinemez” bu nedenle de anlaşılamazdı.

Kuşkusuz o günlerde de insanlar “bu benim başıma neden geldi?” sorusunu soruyordu.

İşte o tarihlerde bilinmeyene bir cevap, gönüllere ferahlık veren, geleceği gösterebilenler Mesih olarak ortalarda dolanıyordu. Ancak bilgi yoksunları daha fazla bilgiye sahip olanlar daha az olduğundan o küçük azınlığın içinden çıkan bir kişi kitleleri peşinden sürükleyebiliyordu.

İnsan inanmak ister. Doğa da boşluğu sevmez.

İnsan manevi dünyasını (içindekini) ne kadar boşaltıp, onun yerini doldurmadan yaşamaya devam etmeye çalışırsa aynen içi boş bir varilin başına geldiği gibi dokunulan yerden ses çıkacak, en küçük darbede de orası burası ezilecektir.

Şu bir gerçek ki bir dönem eski, gereksiz, geleneksel ve bir sürü hurafe ile dolu maneviyattan (içsellikten) kurtulmak gerekiyordu. Ancak bu algıya öyle bir yanılgıya dönüştü ki ne var ne yok her şeyin terk edilmesi halini aldı. Çünkü özgür birey doğmuştu ve tek başına yaşayacak kendisini kuşatan bütün zincirlerden kurtulacaktı.

İşte o birey bugün yalnızlıktan ölmek üzere.

Maddi birçok olanağa sahip, iyi bir işi var, satın alma gücünü elde etmiş, bütün kararlarını kendisi veriyor. Ailesinden bağımsız ve uzakta yaşıyor.

Kurduğu ilişkilerin önemli bölümü o maddi dünyanın devamına yönelik ve pragmatik bağlardan oluşuyor.

Bir sürü evlilik yapıyor. Her şeyi tüketilen bir madde olarak görüyor.

Ancak içsel olarak tam bir zavallı; ruhunu tanımıyor, bilmiyor. Bu nedenle de doğanın kendisinden kaynaklanan mücadelelerin hepsinden yenik çıkıyor.

O zaman bir şeylerin yanlış gittiğini hissederek bunun arayışına giriyor. İçindeki boşluğu fark ettiğinde bu sefer onun içine geri beslemeler başlıyor. Ancak bu da kısa sürede etrafta ne var ne yok her şeyin oraya doldurulması, düzensiz bir şekilde istiflenmesine dönüşüveriyor.

En kötüsü de bunların maddi şeylerle mübadele edilerek elde edinilmeye çalışılması. Çünkü şöyle bir gerçeklik öğrenilmiştir. Her şeyin bir karşılığı ve bedeli vardır.

“Ödersin, elde edersin, bütün yaşamın gizemini çözersin.”

Bir tarafta ödemeye gönüllü boşluğa düşmüş bir kişi ortaya çıkarsa, diğer tarafta da elbette bu boşluğu doldurmaya hevesli kişiler, gruplar olacaktır.

Şu unutulmamalıdır ki; çağımızın Mesihi bilgidir ve insanın kendisidir.